Glukagon Nedir? Glukagon Hormonu Ne İşe Yarar?

Glukagon Nedir Glukagon Hormonu Ne Ise Yarar Glukagon Nedir? Glukagon Hormonu Ne İşe Yarar?

Glukagon, pankreas adı verilen organımızdaki özel hücreler tarafından üretilen ve vücudumuzun kan şekeri (glikoz) düzeyini dengeleyen çok önemli bir hormondur. Kan şekerimizin düşme eğiliminde olduğu durumlarda (örneğin uzun süre aç kaldığımızda veya aşırı egzersiz yaptığımızda), glukagon devreye girerek karaciğerde saklı halde bulunan şekeri serbest bırakır. Böylece beyin, kaslar ve diğer organlar enerjiye ihtiyaç duyduklarında, glikoz tedariki kesintiye uğramaz. Bu hormon, vücudun kan şekerini düşüklüğe karşı koruyan, enerji dengemizin önemli bir parçasını oluşturan bir “acil yardım görevlisi”dir.

Glukagon Nedir ve Vücutta Nasıl İşlev Görer?

Glukagon, pankreastaki “Langerhans Adacıkları” adı verilen küçük hücre topluluklarının alfa hücreleri (α-hücre) tarafından üretilen bir hormondur. Yapısal olarak 29 amino asitten oluşur ve vücudumuzun enerji dengesini korumak için insülinle zıt yönde çalışır. Herhangi bir anda kan şekeriniz düşmeye başlarsa, glukagon alarm verir ve karaciğeri harekete geçirir.

Bunu şu şekilde hayal edebilirsiniz: Vücudunuz kocaman bir şehir olsun. Bu şehirde “glikoz” adını verdiğimiz yakıtı taşıyan kamyonlar, yolları kullanarak organlara enerji dağıtıyor. Kan şekeri, işte bu kamyonların yollarda ne kadar yoğunlukta bulunduğunun bir ölçüsüdür. Kan şekeriniz çok düştüğünde (yani yollardaki kamyonların sayısı azaldığında), glukagon devreye girip karaciğerin “yakıt deposundan” yeni kamyonlar (yani glikoz) çıkartarak trafiğe göndermesini sağlar. Böylece beyin ve diğer hayati organlar enerji kaynağından mahrum kalmaz.

Glukagonun temel işlevi, “hipoglisemi” dediğimiz kan şekerinin istenmeyen düzeyde düşmesini engellemektir. Birkaç dakikalık bile hipoglisemi, özellikle beyin için ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle glukagon, insulinle birlikte sürekli birbirini denetleyen bir sistemin parçasıdır.

Glukagon İnsan Vücudunun Hangi Bölümünde Üretilir?

Glukagonun üretim yeri, pankreasın içinde bulunan Langerhans Adacıkları’ndaki alfa hücreleridir. Pankreas, karnımızın üst bölgesinde, midenin arkasına doğru konumlanmış bir organdır. Sindirimde önemli görevlere sahip olan pankreas, aynı zamanda hormon üretimi de yapar.

Bu adacıklarda beş tip hücre bulunur: Alfa, Beta, Delta, PP ve Epsilon. Alfa hücreleri, kabaca tüm adacık hücrelerinin yaklaşık %20-30’unu oluşturur ve glukagon hormonu salgılar. Pankreasın bu “mini fabrikası” diyebileceğimiz alfa hücrelerinde, öncül bir protein olan “proglukagon” üretilir. Daha sonra enzimler yardımıyla proglukagon işlenerek aktif glukagon hormonuna dönüşür.

Karaciğer, kaslar, yağ dokusu gibi organlarınızın “enerji yönetiminden” sorumlu beyin benzeri bir yönetici vardır diyelim. Glukagon, bu yöneticinin talimatlarını uygulamak için üretilen önemli elçilerden bir tanesi gibi düşünülebilir. Pankreasta üretildikten sonra doğrudan kana verilir ve karaciğere, “Artık glikoz sal, kan şekeri düşüyor!” sinyalini gönderir.

Glukagon Kan Şekeri Seviyelerini Nasıl Düzenler?

Glukagonun kan şekerini düzenlemesi, büyük oranda karaciğerle olan iletişimi sayesinde gerçekleşir. Kandaki glikoz miktarı düştüğünde glukagon salgılanır ve karaciğer üzerindeki reseptörlere bağlanarak bir dizi biyokimyasal olayı tetikler:

  • Glikojenin Parçalanması (Glikojenoliz): Karaciğer, belli miktarda glikojen adı verilen depolanmış şekeri tutar. Glukagon, bu depoyu harekete geçirir ve glikojenin daha küçük parçalar olan glikoz-1-fosfata ve oradan da serbest glikoza dönüşmesini sağlar. Böylece kan dolaşımına glikoz salınmış olur.
  • Yeni Glikoz Üretimi (Glükoneogenez): Karaciğer, sadece depodaki glikojeni parçalayıp glikoz üretmekle kalmaz, aynı zamanda bazı amino asitler, laktat veya gliserol gibi diğer maddelerden de “sıfırdan” glikoz üretebilir. Glukagon bu süreci de hızlandırarak uzun süreli açlık durumlarında bile kan şekerini belirli bir seviyede tutar.
  • Depolamanın Engellenmesi: Glukagon, karaciğerde glikojen sentezini ve glikozun hücre içinde kullanılmasını kısmen durdurarak üretilen glikozun kana verilmesini sağlar. Böylece vücut “şeker deposunu” acil durumlar için korur, ancak gerektiğinde yine glukagon sinyalleriyle bu depo harekete geçirilir.

Glukagon ve İnsülin Arasındaki İlişki Nedir?

Glukagon ve insülin, adeta gece ve gündüz gibi birbirini tamamlayan iki hormondur. İnsülin, kan şekeri yükseldiğinde devreye girerek şekerin hücrelere girmesine yardım eder ve gerektiğinde karaciğer ile kaslarda glikojen şeklinde depolanmasını sağlar. Glukagon ise bu depoları gerektiğinde tekrar serbest bıraktırır.

Bu ilişkiyi şöyle düşünebilirsiniz: İnsülin, evinizdeki termostat gibi sıcaklık (burada enerji/şeker) arttığında devreye girer ve aşırı ısınmayı engeller. Glukagon ise ısının düştüğü zamanlarda (hipoglisemi) sistemi tekrar ısıtmak için devreye girer. Birinin baskın olduğu durumda diğeri “geri planda” kalır.

Örneğin yemek yediğinizde kan şekeriniz yükselir ve pankreas beta hücreleri insülin salgılar. Böylece kan şekeri hücrelere alınır ve kanda şeker fazlalığının zararları önlenir. Bu esnada insülin, pankreas alfa hücrelerine giderek glukagon salgısını da bastırır. Tam tersi bir durumda eğer uzun süre yemek yemezseniz (örneğin gece boyunca uyurken), kan şekeri düşmeye başlar. Alfa hücreleri glukagon salgısını artırırken beta hücrelerinden insülin salgısı azalır. Bu dinamik denge vücutta 7/24 işleyen bir sistem olarak çalışır.

Bu nedenle şeker hastalığı (diyabet) gibi durumlarda aslında sadece insülinin değil aynı zamanda glukagonun da dengesinin bozulduğu bilinir. Özellikle tip 2 diyabette insülin direnci artarken, glukagon salınımı da olması gerekenden fazla olabilir. Bu kan şekerini daha da yükseltebilir. Aynı şekilde tip 1 diyabette insülin üretimi çok az veya yokken, glukagonun kontrolsüz çalışması ciddi hiperglisemilere ve hatta ketoasidoz gibi riskli tablolara yol açabilir.

Glukagon Karaciğerin Glikoz Salgılamasını Nasıl Tetikler?

Glukagon, karaciğerdeki özel glukagon reseptörlerine bağlanarak birtakım sinyal mekanizmaları başlatır. Hücrenin içinde “ikinci haberci” dediğimiz cAMP molekülünün üretimi artar. Bu molekül, protein kinaz A (PKA) isimli bir enzimi aktifleştirir. Ardından şu önemli adımlar gerçekleşir:

  • Glikojen Parçalanma Enzimleri Aktive Olur: PKA, “glikojen fosforilaz kinaz” gibi enzimlerin etkinliğini artırarak glikojenin glikoza dönüşmesini başlatır.
  • Glikojen Sentez Enzimleri Baskılanır: Glikojen sentezinden sorumlu enzimler ise fosforile edilerek inaktive hale getirilir. Böylece depolama yerine mevcut depodan çekme öncelik kazanır.
  • Glikoneogenez Enzimleri Yükselir: PKA, karaciğerde “fosfoenolpiruvat karboksikinaz (PEPCK)” ve “glikoz-6-fosfataz” gibi glikoz üretiminde rol oynayan enzimlerin daha çok üretilmesini ve daha aktif olmasını sağlar.

Glukagon Vücutta Ne Zaman Salgılanır?

Glukagon genellikle kan şekerinin düştüğü, yani hipogliseminin kapıda olduğu durumlarda salgılanır. Daha net örnek vermek gerekirse:

  • Uzun Süreli Açlık: Gece boyunca ya da daha uzun süre yemek yemediğinizde, kan şekeri belirli bir seviyenin altına inmeye başlar. Bu durumda alfa hücreleri glukagon salgısını artırır.
  • Yoğun Egzersiz: Uzun süren koşu gibi dayanıklılık gerektiren aktivitelerde vücut kaslar için bolca glikoz kullanır. Bu kullanım arttıkça kandaki glikoz düşme eğilimine girer. Glukagon, karaciğerin devreye girmesini sağlar.
  • Protein Ağırlıklı Beslenme: Fazla miktarda protein tükettiğinizde kandaki amino asit seviyesi yükselir. Glukagon, bu amino asitlerin karaciğerde glikoza dönüştürülmesine yardımcı olmak için de salgılanabilir.
  • Stres ve Travma Durumları: Şiddetli stres, travma veya hastalık durumlarında, vücut “savaş ya da kaç” hormonları olan adrenalin ve kortizolü artırır. Bu hormonlar glukagonun salgılanmasına da destek olur, çünkü vücudun daha çok yakıta (glikoza) ihtiyacı vardır.
  • Hormonal Etkileşimler: Somatostatin gibi hormonlar, insülinle beraber glukagonun da salgılanma düzeyini ayarlayabilir. Özellikle pankreasın delta hücreleri, glukagonu düzenlemede rol oynar.

Glukagon Hipoglisemi Tedavisinde Ne Rol Oynar?

Hipoglisemi, kan şekerinin 70 mg/dL’nin altına düşmesi olarak tanımlanır ve bilinç kaybı, terleme, çarpıntı, titreme gibi belirtilere yol açabilir. Şiddetli hipoglisemide kişi bilinçsiz hale gelebilir veya ağızdan herhangi bir gıda alamayacak durumda olabilir. İşte bu noktada glukagonun yaşamsal bir önemi vardır.

  • Acil İlk Yardım: Diyabetli bireylerde (özellikle tip 1 diyabet), insülin doz aşımı veya yetersiz beslenme gibi sebeplerle ağır hipoglisemi meydana geldiğinde, hastanın yakınlarına veya sağlık personeline taşınabilir glukagon enjeksiyon kitleri önerilir. Bu kitlerde toz halinde glukagon ve enjeksiyon sıvısı bulunur. Karıştırılıp kas içine veya cilt altına enjekte edildiğinde glukagon hızla karaciğeri uyararak kan şekerini yükseltir.
  • Alternatif Uygulamalar: Son zamanlarda intranasal (burun spreyi şeklinde) glukagon formları geliştirilmiştir. Bu sayede iğne yapamayan ya da yapacak imkânı olmayan kişilerde daha kolay bir seçenek sunulur. Genellikle 15-30 dakika içinde kan şekerini güvenli düzeye çıkarabilir.
  • Etkili ve Hayati: Glukagonun hızlı etki mekanizması sayesinde ağır hipoglisemi durumunda, tıbbi müdahale sağlanana kadar beyin hasarının ve olası komplikasyonların önüne geçilir.

Glukagon Glikoz Dışındaki Metabolizmada Nasıl Etkilidir?

Glukagonun tek görevi kan şekerini düzenlemek değildir. Bu hormonun aynı zamanda yağ ve protein metabolizmasına da etkileri vardır:

  • Yağ Metabolizması (Lipoliz): Glukagon, yağ dokusundaki hormone-sensitive lipase (HSL) adı verilen enzimi dolaylı olarak aktive eder. Bu enzim, trigliseritleri (yağları) serbest yağ asitleri ve gliserole parçalar. Serbest yağ asitleri karaciğerde enerji üretiminde kullanılabilirken gliserol de glikoz üretimi (glikoneogenez) için bir öncül olarak işe yarar.
  • Ketogenez: Uzun süreli açlık dönemlerinde veya düşük karbonhidrat diyetlerinde, glukagonun yüksek seyretmesi karaciğerde keton cisimciklerinin üretimini artırabilir. Ketonlar, beyin için glikoza alternatif bir yakıt kaynağı oluşturur. Özellikle besin alımının kısıtlı olduğu uzun açlık dönemlerinde vücut, glikozu hayati önemi yüksek dokulara saklarken, diğer dokuların enerji ihtiyacını ketonlarla karşılar.
  • Protein Metabolizması: Glukagon, karaciğerde amino asit alımını artırabilir. Bu amino asitlerin glikoneogenez için kullanılmasını kolaylaştırır. Öte yandan kas protein yıkımını da kısmen destekleyebilir. Bu durum aşırı ve kontrolsüz yüksek glukagon seviyelerinde (örneğin bazı tümör türlerinde) istenmeyen kas kayıplarına sebep olabilir. Ancak normal koşullarda vücut bu süreci sıkı bir denetim altında tutar.
  • İştah ve Enerji Dengesi: Glukagonun beyindeki bazı merkezlere de etkisi olduğu, doyma hissi ve enerji dengesi üzerinde rol oynayabileceği düşünülmektedir. Ancak bu etki insülin ve diğer bağırsak hormonları (GLP-1, GIP, leptin vb.) ile birlikte oldukça karmaşık bir mekanizma oluşturur.

Sentetik Glukagon’un Tıbbi Kullanım Alanları Nelerdir?

Doğal glukagonun laboratuvar koşullarında üretilen ya da “rekombinant” teknolojilerle sentezlenen formlarına “sentetik glukagon” denir. Sağlık alanında özellikle şu amaçlarla kullanılır:

  • Acil Hipoglisemi Tedavisi: En yaygın kullanım şeklidir. Diyabetli hastalarda şiddetli hipoglisemide, bilinci kapalı veya ağızdan besin alamayan hastaya kas içi veya cilt altı enjeksiyon yoluyla uygulanır. Bu sayede karaciğer süratle glikoz salgılamaya başlar ve kan şekeri yükselir.
  • Tanısal Amaçlar: Bazı endokrin testlerde pankreasın veya glukagonun kendisinin işleyişini değerlendirmek için kullanılır. Örneğin insülinoma şüphesi varsa (insülin üreten tümör), glukagon enjeksiyonu sonrası kan şekerinin nasıl değiştiğine bakılabilir.
  • Beta-Bloker ve Kalsiyum Kanal Bloker Zehirlenmeleri: Fazla miktarda beta-bloker (kalp ilacı) ya da kalsiyum kanal blokeri alan hastalarda kalp hızını ve tansiyonu normale döndürmek için de glukagon kullanılabilir. Kalp üzerindeki bazı kanalların devre dışı kaldığı bu zehirlenmelerde glukagon, kalbin pompalama gücünü desteklemeye yardımcı olabilir.
  • Endoskopik Prosedürler: Yutma borusuna kaçmış yabancı cismi çıkarmak veya sindirim sistemindeki bazı kasları gevşetmek amacıyla glukagon uygulaması yapılabilir. Glukagon, özellikle alt özofagus sfinkterini gevşeterek endoskopik işlemleri kolaylaştırabilir.
  • Araştırma ve Geliştirme: Son dönemde, glukagon reseptörlerini bloke edici ilaçlar (glukagon reseptör antagonistleri) üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Bununla amaçlanan, tip 2 diyabet gibi hastalıklarda kan şekerinin aşırı yükselmesini engellemektir. Ayrıca glukagonun kilo verme üzerine olumlu etkileri olabileceğine dair araştırmalar da sürmektedir.

Glukagon Eksikliği veya Fazlalığı Sağlık Sorunlarına Yol Açabilir mi?

Vücuttaki her hormon gibi glukagonun da denge içinde olması gerekir. Bu dengede bozulma iki şekilde ortaya çıkabilir:

Glukagon Eksikliği:

  • Hipoglisemi Riski: Glukagon yeterince üretilemez ya da görevini yapamazsa, kan şekerinin düşmesine karşı vücut savunmasız kalabilir. Özellikle açlık veya egzersiz durumlarında ciddi hipoglisemi atakları oluşabilir.
  • Pankreas Hasarı veya Cerrahi Müdahaleler: Bazı pankreas hastalıkları veya ameliyatları sonrası alfa hücrelerinde hasar olabilir. Bu da glukagon yetersizliğine neden olup kan şekerinin kontrolünü zorlaştırır.

Glukagon Fazlalığı (Hiperglukagonemi):

  • Hiperglisemi: Glukagon fazlalığı, karaciğerden aşırı glikoz salınımını tetikleyerek kan şekerini yükseltir. Diyabetik hastalarda bu tablo daha da belirgin hale gelir.
  • Glukagonoma: Alfa hücrelerinden kaynaklanan nadir bir tümör olan glukagonoma, ciddi derecede yüksek glukagon seviyelerine yol açar. Hastalar nekrolitik migratuar eritem adı verilen cilt lezyonları, kilo kaybı, diyabet benzeri hiperglisemi ve anemi gibi belirtiler yaşayabilir.
  • Ketoasidoz Eğilimi: Özellikle insülin eksikliği ile birlikte glukagon fazlalığı, ketoasidoza (kanın asitlenmesi) neden olabilir. Vücut, glikozu hücreye alamayınca yağ asitlerini yakıt olarak kullanmaya başlar ve ketonlar yükselir.

Glukagon Diğer Hormonlarla Nasıl Etkileşir?

Glukagonun en yakın “çalışma arkadaşı” insülin olsa da vücutta kortizol, adrenalin, büyüme hormonu, somatostatin ve birçok başka sinyal molekülüyle de etkileşimi vardır. Bu etkileşimler şu şekilde özetlenebilir:

  • İnsülin: Birbirine zıt ama iş birliği içinde çalışırlar. Yüksek insülin seviyesi glukagonu baskılar. Düşük insülin seviyesi ise glukagonun artmasına yol açar. Hem insülin hem de glukagonun aynı anda çok yüksek olması da mümkündür (örneğin bazı metabolik bozukluklarda), bu durumda karaciğer ve kaslar farklı sinyaller alarak karmaşık bir tablo oluşturabilir.
  • Adrenalin ve Kortizol: Stres durumlarında yükselen bu hormonlar, glukagon salgısını teşvik eder. Böylece vücut, tehlike anında daha fazla glikozu devreye sokarak kaslara ve beyne fazladan enerji sağlar.
  • Somatostatin: Pankreasın delta hücreleri tarafından üretilen somatostatin, hem insülin hem de glukagon salgısını düzenli biçimde kısıtlayabilir. Bu hormon, kan şekerinin anormal dalgalanmalarını engellemede yardımcı bir “dengeleyici” olarak işlev görür.
  • Diğer Bağırsak Hormonları: İnce bağırsaktan salgılanan GIP (Glucose-dependent Insulinotropic Polypeptide) veya GLP-1 (Glucagon-like peptide-1) gibi hormonlar, besin alımına göre insülin ve glukagon seviyelerini ayarlar. Örneğin GLP-1 insülin salınımını artırırken glukagonu baskılar; GIP de benzer bir etki gösterir.

Açlık Döneminde Glukagon Seviyeleri Nasıl Değişir?

Açlık veya oruç dönemlerinde, özellikle 8-12 saatlik bir süreden sonra, vücut hızla kan şekeri depolarını tüketmeye başlar. İlk etapta karaciğerdeki glikojen parçalanır. Glikojen depoları azalmaya başladığında ise glukagonun rolü daha da öne çıkar. Uzun süreli açlık ya da oruç hallerinde şunlar gözlemlenir:

  • İlk 12 Saat: Kan şekeri azaldıkça glukagon salınımı artar. Böylece glikojen stokları parçalanır. Kişi, bu süreçte normalde açlık hissetse de hayati risk taşıyacak kadar kan şekeri düşüşü genellikle yaşamaz.
  • 12-24 Saat Arası: Vücut, glikojen deposu tükenmeye yaklaştıkça glikoneogenez adı verilen “yeni glikoz üretimi” mekanizmasına ağırlık verir. Glukagon bu aşamada amin asitlerden, laktattan veya gliserolden glikoz sentezini uyarır.
  • 24 Saat ve Sonrası: Açlık daha da uzarsa yağ depoları devreye girer. Glukagon, yağ asitlerinin serbest bırakılmasını ve karaciğerde keton cisimciklerinin üretilmesini teşvik eder. Ketonlar, beyin ve diğer dokular tarafından alternatif yakıt olarak kullanılabilir.
  • Uzun Süreli Açlık (Günler Haftalar): Glukagon seviyesi yüksek seyretmeye devam eder ancak sürekli olarak sadece glikoz üretmek de zordur. Bu aşamada ketojenik süreç artar ve beyin de dahil birçok organ enerjiyi ketonlardan karşılamaya başlar. Kas proteini nispeten korunmaya çalışılır ama yine de amino asitlerin bir kısmı glikoneogenezde kullanılır.

Glukagon Araştırmaları Yeni Tedavi Yöntemlerine Öncülük Ediyor mu?

Son yıllarda glukagon üzerine yapılan çalışmalar bu hormonun beklenenden daha geniş bir etki alanına sahip olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum yeni tedavi seçenekleri açısından umut vadeden kapılar aralamıştır:

  • Glukagon Reseptör Antagonistleri: Özellikle tip 2 diyabette, kan şekerini yükselten önemli faktörlerden biri aşırı glukagon salınımıdır. Glukagon reseptörlerini kısmen ya da tamamen bloke eden ilaçlarla, karaciğerin gereksiz glikoz üretmesi engellenmeye çalışılır. Klinik deneyler, bu yöntemle kan şekerinin daha iyi kontrol edilebileceğine işaret etse de yan etkileri ve güvenilirliği hakkında araştırmalar devam etmektedir.
  • Kombine İlaçlar (Glukagon ve İnkretinler): GLP-1 ve GIP gibi bağırsak hormonları, bir yandan insülin salınımını artırırken öte yandan glukagonu baskılayabilir. Ancak bazı durumlarda glukagonun yağ yakma üzerindeki olumlu etkileri de istenebilir. Bu nedenle yeni nesil ilaçlarda glukagon ve inkretin hormonlarının birlikte hedeflendiği “ikili” veya “üçlü” agonist tedaviler geliştirme yönünde çabalar vardır. Örneğin hem GLP-1 reseptörünü hem de glukagon reseptörünü uyararak (ya da tam tersi, birini uyarırken diğerini baskılayarak) kilo kaybını ve kan şekeri kontrolünü birlikte hedefleyen çalışmalar mevcuttur.
  • Obezite Tedavisi: Glukagonun yağ yakımını desteklemesi ve bazen iştahı baskılaması, obezite tedavisinde potansiyel bir araç olabileceği fikrini doğurmuştur. Deneysel modellerde, glukagon reseptör aktivasyonunun kilo kaybını hızlandırabileceğine dair bulgular mevcuttur. Ancak insülin direnci ve hiperglisemi gibi istenmeyen etkiler de olabileceği için, araştırmacılar çok dikkatli doz ayarlamaları ve kombinasyon tedavileri üzerinde çalışmaktadır.
  • Glukagonun Beyin ve Diğer Organlarla İlişkisi: Artık glukagonun merkezi sinir sisteminde de çeşitli reseptörlere bağlandığı biliniyor. Yani bu hormon sadece karaciğerle sınırlı bir etki göstermiyor. İştah, tokluk, ruh hâli ve enerji harcaması gibi beyin kaynaklı süreçlerde rol oynayabileceği fikri, sinirbilim ve endokrinoloji alanında yeni araştırmaları tetikliyor.
  • Akıllı Glukagon Teknolojileri: Yapay pankreas sistemlerinde sadece insülin değil glukagon da otomatik olarak verilerek kan şekerini daha stabilize tutabilmek amaçlanıyor. “Biyolojik kapalı devre” denilen bu sistemler, hastanın kan şekerini gerçek zamanlı izleyerek gerekli dozda insülin ve gerektiğinde glukagon vererek hipoglisemi ve hiperglisemi ataklarını minimuma indirmeyi hedefliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir